Yaslanmak, Yararlanmak ve Nûrlanmak

Yaslanmak,Yararlanmak ve Nûrlanmak 
Yukarıya aldığım başlıkla yazmayı ve yazmamayı çok düşündüm. Farklı anlaşılmaktan da endişe ettim. Ancak marziyatımı da anlatmak gerektiğini düşündüm ve bu düşünce âlemimde ağır bastı ve yazma gereği duydum. 
Başlığa üç kelime aldık. 

Birincisi “yaslanmak”,ikincisi” yararlanmak” ve üçüncüsü de “nurlanmak”. 
Bu kelimelere niçin ihtiyaç duydum onu ifade etmek isterim. Daha önceleri okuduğum bir yazıda Risale-i Nurlar Sokak lambaları ile izah edilmeye çalışılmıştı ve biz o yazıdan çok istifade etmiştik. Bizler de meramımızı sokak lambaları ile izah etmeyi daha uygun bulduk ve yazımızı o minval üzere devem ettiriyoruz.

Biliyorsunuz caddelerde sokak lambaları vardır. Bu lambalar gecenin zifiri karanlığında insanlara yol göstersin ve istikametini muhafaza etsin ve o lambanın ışığından yararlanılsın gayesi ile yapılmış ve hazırlanmıştır. İnsanlığa en zor şartlarda yol göstermesi içindir sokak lambaları. Özellikle karanlığın şiddetli olduğu zamanlarda bu lambalar ne kadar kıymet ifade eder gece yürüyenler bilir.

Şimdi düşünelim ki bu lambadan faydalanmak isteyenler olduğu gibi lambaya yaslananlar da olabilir. Hatta o lambadan istifade ederek hırsızlık yapmak isteyenler ve yapanlar da bilinir. O lambanın sokaklara konulmasındaki esas maksat gece karanlığında insanlara yol ve istikameti göstermesi içindir. Ancak ard niyetli ve nefislerine mağlup olanlar elbette ki o lambayı başka maksatlar için kullanabilirler. Sosyal hayatta bu gibi durumlarla karşılaştığımız vakalar çoktur.

Eğer kişinin niyeti o lambaya zarar vermek ise ve bunu da lambaya yaslanarak veya tırmanarak yapmaya çalışıyorsa o lambaya en büyük zararı o verecektir. Çünkü gayesi lambadan yararlanmak değil hatta lambanın ışığından nurlanmak da değildir. Çünkü o lambanın nuru o kişileri rahatsız etmiştir. Onlar karanlıktan hoşlanan ve tahribatını karanlıkta yapanlardır. Bu direğe yaslananları ve oradan atış yapanları dikkatle takip etmek gerekir. Yoksa hem direğe hem de lambaya ve böylece zifiri karanlıkta karanlığı nurlandıran nurlara büyük zarar verebilir. 
İkinci kişi ise lambadan istifade eden ve o lambanın ışığı ile işini gören kişidir. Gayesi yol bulmak ve nurlanmak olmasa da o lambanın ışığı ile kendi muhtaç olduğu işlerini görmek ve kendisine bir nevi yararlanmakla fayda temin etmeye çalışıyor olmalıdır. Bu kişinin gayesi yararlanmak olduğu için o kişi direğe ve lambaya zarar veriyor da değildir. Sadece o lambaya yakın olmanın sağladığı fayda ile onun ışığından istifade ederek kendi dünyevi işlerinde ondan yararlanmak istemektedir.

Üçüncü kişi ise gecenin zifiri karanlığında yol bulmak istiyor. Sakim yollar ve çıkmaz sokaklar içinde bir nura ve ışığa çok muhtaç olduğu bir durumda o sokak lambasının nurundan nur alarak yolunu ve doğru istikametini bulmaya çalışıyor. Çünkü gecenin çok dehşetli ve tehlikeli olduğunu biliyor. Ve o sakim ve çıkmaz sokaklar içersinde o nurdan nurlanarak istikameti bulmaya çalışıyor ve buluyor. O nura aşık oluyor, muhafaza ediyor ve de o nura zarar vermeye çalışanlara, yaslanmaya çalışanlara tepki koyabiliyor. Bu noktadan nurlanmak niyetinde olanların hassasiyetini de anlamak gerekiyor.

Risâle-i Nûr eserleri ahirzamanın karanlıklarını aydınlatan ve bu zulümat karanlıklarında muhtaç olanlara yol ve istikamet gösteren nurlardır. Meşruiyetini Kur’an ve sünnetten almaktadır. Onu okuyan her muhatap bu asrın karanlık dehlizlerinden çıkış aramaktadır. Yoksa istikametini muhafaza etmesi müşküldür. Çünkü zaman çok zulümatlı, gece çok karanlıklı ve içtimaî dalgalar çok büyüktür. Gece çok labirentleri bu asrın insanının önüne çıkarmaktadır. Bir nur ve projektörsüz bu karanlıktan kurtulmak neredeyse mümkün görülmemektedir. O halde o nura zarar verenlere ve vermeye çalışanlara dikkat edilmelidir. 

Bedîüzzamân bu asırda Risâle-i Nûr eserlerinin istikameti için “Sikke-i Tasdik-i Gaybî” eserinde “Emrolunduğun gibi dos doğru ol.” (Hûd Sûresi, 11:112.) ayetinden şu işaret ve beşaretleri çıkarmıştır. “Demek “istâğim”deki emr-i has içinde bulunan hitab-ı âmmın hadsiz müstakim efradları içinde, o bin üç yüz iki tarihinde bir ferdin bir cihette istikamet emrinin imtisali bir hususiyet kazanacak. Demek on dördüncü asırda Kur’ân’dan iktibas edip, istikametsiz sakim yollar içinde sırat-ı müstakîmi gösterecek âsârı neşreden bir adamı, o hadsiz efrad içinde dahil ediyor.

Hem o istikametin bir hususiyeti var ki, tarihiyle işaret ediyor. Halbuki, o asırda şahsen istikamette mümtaz bir hususiyet kesb etmek çok uzaktır. Demek, şahsî istikamet değil. Öyleyse, o adamın teşebbüsüyle neşredilen esrar-ı Kur’âniye, o asırda istikamette imtiyaz kesb edecek. O adam şahsen gayr-ı müstakim olduğu halde, müstakimler içine ithali, o imtiyaza remzeder.( Sikke-i Tasdik-i Gaybî,2006,s:238)”
Abdülbâkî ÇİMİÇ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir