Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri 19 Aralık 1959 tarihinde Emirdağ’dan Konya’ya gider ve Mevlana Hazretleri’nin türbesini ziyaret eder.
Dış kapısından i’tibâren ayakkabısını hürmet ve ta’zim ifâdesi olarak çıkarır ve yalın ayak içeriye girer. Üstâd o vaziyette Mevlana’yı ziyaret etti, Fatiha okudu ve müzeyi gezdi.
Fakat Üstâd Hazretleri, Mevlana’nın şimdiki vaziyetiyle türbesini beğenmedi. İslâmî bir türbe niteliğinde bulmadı. Hatta bazı zatlardan duyduğum kadarıyla – hâşâ Mevlana’nın değil – türbeyi mevcûd hale getirenlerin hareketlerine canı sıkıldı ve ” Bunlar burayı bir nevi puthâneye çevirmişlerdir.” Dedi.[1]
Mevlana Hazretleri Üstâdı ruhaniyatı ile kapıda karşılamış. Buna binâen ilgili yazı şöyledir: “Bedîüzzamân’ın Mevlânâ ziyareti hakkında da bilgi veren İslâm Yaşar, Bedîüzzamân’ın Mevlânâ türbesinin kapısından içeri girmemesi olayını şöyle açıkladı: “1950’lerde Konya’ya giden Bedîüzzamân, kardeşinin yanı sıra Mevlânâ’yı da ziyaret eder. Mevlânâ Celâleddin’in türbesini değil, onu ziyaret etmek ister. Devrin valisi müsaade etmez. Ziyaretini yapamadan geri döner. Bir yıl sonra meşakkatli bir yolculuktan sonra yeniden ziyarete gider, etrafı kalabalıktır. Bedîüzzamân Hazretleri kapıda durur ve içeri girmez. Talebeleri bu durumu merak ederler. Hâlbuki maneviyat âleminde Mevlânâ Hazretleri, Bedîüzzamân’ı kapıda karşılamıştır. Gerçekten orda iki âlem bir arada yaşanmaktadır. Mevlânâ’yı ve Bedîüzzamân’ı böylesi bir mânâda anlayarak sevgiyi paylaşmalı, sevgiyi asıl mecrasına çekmeliyiz. Mevlânâlar ve Bedîüzzamânlar insanlığın muhabbete bakan yüzleridir. Kendilerine zulümle davrananlara bile sevgiyle bakmışlardır” şeklinde konuştu.[2]
Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri mezarının bilinmemesini vasiyet etmiştir. Belki de insanların mana-i ismi ile yaptıkları türbe ziyaretlerinin zararından muhafaza edilmesi ve ya hayatta iken bile şahsına yapılan teveccühleri kırarak hakîkatleri nazara vermesi ve bu zamanda türbelerin hakîkî kabir ziyaretinden başka maksatlarla ziyaret edilmesine işaretler ve dersler ve hikmetler var ki bakınız Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri mezarının bilinmemesi için neler demiştir.
“Üstâdımız izzet-i ilmiyeyi muhafaza için eski zamandan beri en büyük reislere tezellül etmedi. Hem halkların hediyesini kabul etmiyordu. Şimdi ise Üstâdımız hem zayıf olduğu halde, ehl-i ilme bir mahzuru olmayan hediyeyi ise hastalıkla alamıyor. Hattâ biz hizmetkârlarından dahi en küçük birşeyi mukabelesiz yiyemiyor. Yese hasta oluyor. Bu hâleti, hiçbir şeye âlet olmayan Risale-i Nur’daki âzamî ihlâsın muhafazası için, bir hastalık suretini aldı ve hastalıkla bu kaidesini bozmaktan men ediliyor itikadındayız. Hattâ Risale-i Nur’un her tarafta neşir ve intişarının büyük bir bayramı münasebetiyle ehl-i ilme lâzım olan musafaha ve sohbet etmekten ve bu mübarek bayramda da en has talebeleri ve kardeşleriyle musafaha ve sohbetten ve ona bakmaktan da şiddetle sıkılıp âzamî ihlâsın muhafazası için bir hastalık hâleti alarak men edildiği ona ihtar edildi. Hattâ bizler gördük ki, bu mübarek bayramda şiddetli hastalığı için talebelerine dedi: “Benim kabrimi gayet gizli bir yerde, bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lâzım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum. Çünkü, dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu surette beni mecbur ediyor.”
Biz de Üstâd’ımızdan sorduk:
“Kabri ziyarete gelenler Fatiha okur, hayır kazanır. Acaba siz ne hikmete binaen kabrinizi ziyaret etmeyi men ediyorsunuz?”
Cevaben Üstâdımız dedi ki:
“Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki firavunların dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, enâniyet ve benlik, verdiği gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları, mânâ-yı harfîden mânâ-yı ismiyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevî istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiş olmaları ile, eski zamandaki lillâh için ziyarete mukabil, ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevî şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verir. Öyle ziyaret ediyorlar. Ben de Risale-i Nur’daki âzamî ihlâsı kırmamak için ve o ihlâsın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem şarkta, hem garpta, hem kim olursa olsun, okudukları Fatihalar o ruha gider.
“Dünyada beni sohbetten men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle, beni sevap cihetiyle değil, dünya cihetiyle men etmeye mecbur edecek” dedi.[3]
Abdülbâkî Çimiç
————————
[1]Kaynak: Mufassal Tarihçe-i hayat, Ravi: Abdulkadir Badıllı
[2]Bursa’da veilen bir konferanstan.http://www.nurdergi.com/nurdunyasi/bursadacosku.htm
[3]Emirdağ Lâhikası (2) – Mektup No: 126