Vicdan akla bir penceredir. Akıl îmân ile nurlanan ve şeffaflaşan vicdan penceresinden âleme bakar.
Vicdan, duyguların kaynağı ve mazharıdır. Ancak o vicdanı kalbdeki îmân aydınlatır ve parlatır.
Vicdan, âlem-i şahadet ile âlem-i gaybın kavuşma çizgisi, berzahı ve nokta-i iltikasıdır. İki âlemden birbirine gelen seyyârâtın mültekasıdır.
Akıl, vicdan ve rûh kalbe tecelli eden îmân ışığı ile harekete geçiyor. Onun için kalbsiz akıl olmaz. Aklın nuru kalbden gelir.
Doğruyu ne ile ve nasıl test edeceğiz? Mihenkimiz ne olacak? Sade akıl mı, yoksa vahye dayanan kalb komutasında, vicdan terbiyesinde akıl mı?
Marifetullah şahitleri zihnin vicdan penceresinden gördüğü tevhidin şualarıdır. Çünkü zihin marifetullah delilleri ile gâyâtü’l gâyâta ulaşır.
İnsaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır.(20.Mektup)
Mü’min Allah’ın varlığına ve birliğine marifetullan delilleri ile mülâki olur.
Kur’ân, insanlara mükemmel bir terbiye dersi verdikten başka, onlara hayat-ı husûsiyelerinde ahlâklı, âlicenap, hayırperver, cesur ve şeci(yürekli) olmayı ve bütün Müslümanları sevmeyi öğretmektedir.
İnsan akleden kalb ile aklı, akl-ı selîmde kullanması gerekir. İnsan aklını istikamette ve hikmette kullanmalıdır. Çünkü hikmet adalettir.
Nefsânî zevkler insana hüzün ve sıkıntı veriri. Nefsânî ve anlık zevkler bir lezzet tattırır yüz tokat vurur. Günâhlar insanın mânevîyatını yaralar ve istikâmetini şaşırtır.
Beşer, fıtraten, şu kâinatın Hâlıkına karşı hadsiz bir muhabbet üzerine yaratılmıştır. Çünkü fıtrat-ı beşeriyede cemâle karşı bir muhabbet var.
Bu küçük insanın küçücük kalbinde kâinat kadar bir aşk yerleşir. Kalb-i insan, kâinatı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir.(11.Lema)
Kuvve-i hafıza, kalbin mercimek kadar bir sandukçasıdır. Bir kütüphane hükmünde binler kitap kadar yazı, içinde yazılmıştır.
Nefis kendini müdâfa’a eder; vazîfesi hakkı görmek ve göstermektir. Nefis kusûrunu görmek istemez; vazîfesi istiğfâr ve istiâze olmalıdır.
Nefis hodbînlikte(bencillikte) bîhemta(benzersiz)dır; vazîfesi hudâbinlik(Cenâb-ı Hakk’ı tanıyan, bilen; Hakk ve hakikatı gören)olmalıdır.
Nefis fahre meftûndur; vazîfesi şükür etmek olmalıdır. Nefis şöhrete müptelâdır; vazîfesi tevâzu’, hacâlet göstermek olmalıdır.
“İnkılâb-ı siyâsî cihetiyle dininden havf eden adamın dinde hissesi, beytü’l- ankebut gibi zayıf düşmüş cehalettir…(Münâzarât)”
Kuvve-i hayâliye “aklın bir hizmetkârı ve tasvircisi” konumundadır. Onun için “Herkesin akıl ve hayâl ve nazarı her vakit semâya gider”
Hayâlde zaman kavramı ortadan kalkar ve insanın en hızlı ve en geniş duygusudur. Böylece zaman ve yer kaydına takılmadan hareket edebilir.
Hayâl, rûhun mukayyed sınırları aşarak çok ilerilere hamletme hâlidir.
Kuvve-i hayâliye, mâhiyet-i insâniyenin bir hizmetkârıdır. Bâtınî bir hasse, hattâ insaniyetin bir kuvâsı ve hâdimidir.
Bâkî ÇİMİÇ