Çünkü insan tam ve mükemmel bir bütünlük içinde camiiyet-i tamme ile Allah’ın güzel isimleri olan Esma-i İlahiyeye Camii bir ayine ve o isimleri anlama ve zevk edebilecek istidatta yaratılan bir mucize-i kudrettir.
Özellikle insana sunular rızıklardaki zevk cihetiyle insan pek çok Esma-i Hüsna’yı anlama kabiliyetindedir.
İnsandan başka yaratılan melaikeler ve cinler rızıktaki maddi ve manevi zevkleri tam idrak edememekte ve Yüce Allah insana meleklerden de üstün bir idrak ve zevk etme istidadını Hz.Adem (as)’e talim-i esmâ ile talim ettirmiş ve insanı meleklerden de üstün seviyeye çıkabilecek donanımda yaratmıştır.
İşte böyle mucizevari şekilde yaratılan ve sınırsız duygularla donatılan insana enva-i mat’umâtını tartacak, anlayacak, zevk edecek ve mânevî olarak hamd ve şükredecek şekilde yaratılan insana Allah mâddî ve mânevî mideler vermiş ve o midelere de azalarına ve ellerine layık nimetler sunmuştur. Bediüzzaman buna şöyle işaret edilmiştir.” İşte, insanın bu ehemmiyetli câmiiyetidir ki, Zât-ı Hayy-ı Kayyûm, insana, bütün esmâsını ihsas etmek ve bütün envâ-ı ihsânâtını tattırmak için öyle iştahlı bir mide vermiş ki, o midenin geniş sofrasını hadsiz envâ-ı mat’umâtıyla kerîmâne doldurmuş.”(Lem’alar-2005-s:957)
İşte insanın çok geniş câmiiyetinden dolayıdır ki varlığı, dirliği her an için olup gökleri ve yerleri her an için tutan, her şeye, her hususta iktidarı yeten Zât-ı Hayy-ı Kayyûm, insana, bütün güzel isimlerini hissettirmek ve bütün iyiliklerinin çeşitleri olan envâ-i ihsanâtını tattırmak ve tanıttırmak için öyle bir iştihâlı mide vermiş ki, o midenin ihtiyacı olan geniş sofrasını sınırsız yiyeceklerin çeşitleri olan envâ-i mat’umâtı ile cömert ve ikram etmeye müştak olana yakışana layık ve kerîmâne doldurmuştur.
İnsanın midesi hangi rızka muhtaç ve arzu ediyorsa envâ-i çeşit rızıklar ile o midenin sesi işitilmiş ve o sese imdat edilmiştir. Demek midenin sesini ihmal etmeyen Allah o sesin ihtiyacını karşılayarak mat’umât adedince yiyecek ve içeceklerle esmâsını ihsas ettirmek ve kendimi tanıttırmak istemiştir.
İnsan, midesi ve kuvve-i zâikası ile kendisine ikram edilen nimetleri tatmak, tartmak, nimetlerin sahibini tanımak ve O’na(cc) hamd ve şükretmek için yaratılmıştır.
Midenin sesini ve arzusunu ihmal etmeyen Allah(cc) ebetteki insanın en büyük arzusu olan ebed arzusunu da ihmal etmeyecek ve ” Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi.” sırrıyla kalbinin ebed duygusunu da inşallah vaad etmiştir ve verecektir.
“Hem bu maddî mide gibi hayatı da bir mide yapmış. O hayat midesine duygular, eller hükmünde gayet geniş bir sofra-i nimet açmış. O hayat ise, duyguları vasıtasıyla, o sofra-i nimetten her çeşit istifadelerle, teşekkürâtın her nev’ini yapar.” (Lem’alar-2005-s:957)
Yukarıda değindiğimiz maddi mide gibi Allah, hayatı da bir mide yapmıştır. O hayat midesine duygular, eller hükmünde gayet geniş bir nimet sofrası açmıştır.
Hayat ise, sınırsız duyguları ve vasıtaları ile hayat için izhar edilen nimet sofralarından her çeşitten istifade ederek, teşekkürünü yani şükrünün nevilerini her bir duygunun lisanı ile yapmaktadır.
Allah kâinatın merkezine insanı koymuştur. Her şeyi insana göre ayarlamış ve insana izhar etmiştir. Bütün kâinat heyet-i mecmuası ile insana musahhar kılınmıştır.
O halde şöyle bir sıralama yapabiliriz.
•Önce insan (Efendimiz(asm)) irade edilmiş ve düşünülmüştür.
•Sonra kâinat irade edilmiş ve insana izhar edilen dünya yaratılmıştır.
•Dünya semâvât ile eş tutulmuştur.
•Dünyanın merkezine hayat konulmuştur.
•Hayatın merkezine rızık yerleştirilmiştir.
•Rızkın merkezine şükür konulmuştur.
•Şükrün merkezine namaz emredilmiştir. Çünkü namaz külli şükürdür.
•Namazın merkezine üç kelime-i kudsiye derc edilmiştir.
•Bu kelimeler; ”Sübhanallah,” Elhamdülillah, Allahuekber” dir. Bu üç kelime namazın çekirdekleri hükmündedir.
Allah bizleri kâinatın yaratılışının sırlarını, insanın hilkatinin muammasını, namazın hikmetlerinin remizlerini anlayan kullarından eylesin. Böylece hayat midesinin hikmetlerini anlamış ve hakiki vazifesini ifa etmiş oluruz inşallah.
”Ve bu hayat midesinden sonra, bir insaniyet midesini vermiş ki, o mide, hayattan daha geniş bir dairede rızık ve nimet ister. Akıl ve fikir ve hayal, o midenin elleri hükmünde, semâvat ve zemin genişliğinde o sofra-i rahmetten istifade edip şükreder.”( Lem’alar-2005-s:957)
Zat-ı Hayy-ı kayyum, bu hayat midesinden sonra, bir insaniyet midesini de vermiş ki, o mide, hayattan daha geniş yani hayatın ihtiyacı olan mat’umattan daha geniş bir dairede rızık ve nimet istemektedir.
İnsaniyet midesinin elleri hükmünde ise “akıl, fikir ve hayal”‘i o mideye takmıştır. Akıl, fikir ve hayal, insaniyet midesinin elleri hükmünde, semavat ve zemin genişliğinde rahmet sofralarından istifade edip şükretmektedir.
İnsan akıl, fikir ve hayal cihetiyle bütün mahlûkatın üzerinde bir mevki almıştır. Akıl hazine-i ilahiyenin definelerini açmak için bir anahtar hükmündedir. Fikir ise idrak merkezi ve dimağın taâkkul mertebesinde bir ölçme biçme mekanizmasıdır. Bu iki insaniyet midesinin duygusu ve elleri elbette ki gizli ve açık hazineleri keşfetmek ve çok geniş saltanat dairelerini fehmetmek ve tefekkür etmekle gıdalarını almak ve sonra da şükrünü eda etmek durumundadır. Bu akıl ve fikir cihazatlarının gıdaları tefekkür etmekle Rabbini tanımaktır ki işte bu tanıma akıl ve fikrin manevi şükürleri olacaktır.
Hayal ise “Hattâ hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider; orada da hâcet vardır. Belki, her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan ihtiyaçta vardır; elde bulunmayan ise hadsizdir.(On Yedinci Söz)” hakikati ile hayal dairesi insanda en geniş dairedir. Hayal dairesi ihtiyaç dairesine göre genişler. Allah insanın mahiyetine öyle sınırsız ihtiyaçlar derc etmiştir ki o ihtiyaçlara ise hemen hayal dairesi ile cevap vermekte ve o hayal cihazatının gıdasını da ihsas ettirmektedir.
İnsan hayali süratle ihtiyaç dairesine kadar uzanmakta ve Allah o ihtiyacı muvakkaten hayalle tatmin etmekte ve o ihtiyaçların sonsuz bir âlemde var olduğunun numunesini de böylece insana göstermektedir.
Demek ki insanın elinde bulunmayanı fıtratına yerleştirilen ihtiyacında vardır. O elde bulunmayan hadsiz ihtiyaçlar öncelikle hayal ile karşılanmaktadır.
“Ve insaniyet midesinden sonra, hadsiz geniş diğer bir sofra-i nimet açmak için, İslâmiyet ve iman akidelerini, çok rızık ister bir mânevî mide hükmüne getirip, onun rızık sofrasının dairesini mümkinat dairesinin haricinde genişletip, esmâ-i İlâhiyeyi de içine alır kılmıştır ki, o mide ile ism-i Rahmânı ve ism-i Hakîmi en büyük bir zevk-i rızkî ile hisseder, “Elhamdü lillâhi alâ Rahmâniyyetihî ve alâ hakîmiyyetihî” der. Ve hâkezâ, bu mânevî mide-i kübrâ ile hadsiz nimet-i İlâhiyeden istifade edebilir.Ve bilhassa o midedeki muhabbet-i İlâhiye zevkinin daha başka bir dairesi var.”( Lem’alar-2005-s:957)
İnsaniyet midesinden sonra, sınırsız ve geniş bir nimet sofrası açmak için Rabbimiz İslamiyet ve iman akideleri midesini, çok rızıklar ister bir manevi mide hükmüne getirerek bunların rızık sofrasının dairesini ise var veya yok olması eşit olup, varlığı ve yokluğu için Allah’ın tercihine muhtaç olan şeyler, Allah’ın dışındaki bütün varlıklar olan mümkinât dairesinin haricinde genişlendirip, esma-i ilahiyeyi de içine alacak şekilde kılmıştır ki, o İslamiyet ve iman akideleri midesi ile Allah’ın Rahman ve Hakim isimlerinin en büyük bir rızık ve nimetteki zevk ve lezzeti hisseder ve “rahmaniyet ve hakimiyetinden dolayı Allah’a hamd olsun.” der.
İnsan bu manevi büyük mide ile sınırsız ilahi nimetlerden istifade edebilir. Özellikle o midedeki muhabbet-i ilahiye zevkini daha başka bir dairesine ulaşır.
Çünkü insanda islamiyet ve iman akidesi manevi midesinde şöyle bir sır inkişafa başlar;
•”Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır.
•Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır.
•Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır.
•Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.(Mektubat-2004-s:374-75)”
İnsandaki İslamiyet ve iman akidesi midesi mümkinât dairesinin haricine hamletmekte ve ahiret âlemlerine yönelmekte ve cennete müştak olarak veya zevklerin en zirvesini teşkil eden Rü’yet-i Cemalullaha müteveccihen İslamiyet ve iman ile mümkinât dairesinden çıkarak ebedi lezzetlerin en safisine muhabbetlerin en zirvesine odaklamaktadır. İşte bu sır lezzet-i ruhaniye ile tarif edilebilmelidir diye düşünüyorum. Ruh hakiki lezzete Rüyet-i cemalullahta yaşayacaktır.
İşte İslamiyet ve iman akideleri midesi insanı bu vecihlere sevk etmekte ve insaniyetin hakiki mahiyetine münasip muhabbeti insana yaşatmaktadır.