Risâle-i Nûr’un Lisânı

Bizi bilen ve ta’kîb edenler bilirler ki münâkaşalı konulara girmeyiz. Ancak Risâle-i Nûr üzerine tartışmalara bigâne kalamayız ve özellikle Risâle-i Nûrlarun rûh-u aslîsine dokunan böyle ciddi bir konuda da susmayız. Çünkü Üstâd’ımız şerh ve izâh harici bir şey yazanlara soğuk bir muaraza olacağını bildirir. İlgili kısım şudur: “Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde birşey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer.(Yirmi Dokuzuncu Mektup)”

Biz bu mes’eleye müsbet bakmıyoruz. Elimizde de yüzlerce delil var. Münferid değil şahs-ı mânevî olarak bu mes’eleyi kabûl etmiyoruz. Bizim için soğuk bir muaraza kavramı ehemmiyetlidir. İfrât ve tefrite de düşmeden hadd-i vasatta Risâle-i Nûrların ve şahs-ı mânevînin hukûkunu muhâfaza etmeye çalışıyoruz.

Bir eserin başka bir dile tercümesi takdîr edersiniz ki zarûrettendir. Biz çoğu kez işitiyor ve basından da okuyoruz ki -geçen hafta içinde Yeni Asya’da da çıkan bir haberle de sabit- yabancıların çoğu orijinalinden bu eserleri okumak ve öğrenmek istiyor. İlgili Haber şöyledir: “ABD’li yazar sadeleştirme isteği tembellik bahanesi. Amerikalı mühtedi John Zacharias Crist Risâle-i Nurların sadeleştirilmesini tembellik bahanesi olarak yorumladı.”Demek ki lisân önemlidir. Aslî olan, Kur’ân diline uygun ve bizleri doğrudan doğruya Kur’ân ile bağlayan ve hayatlandıran Risâle-i Nurun lisânıdır ve dilidir.

Bu eserlerin dili Üstâd’ın bizzat ispatı ile Kur’ân’ın işareti ve takdirindedir. Sadece Üstâd’ın talebelerinin zannı değildir. Birinci Şua’da bunun ispatı şöyledir: “Dördüncü Âyetin وَمَا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ (Hak dini onlara açıklasın diye, her peygamberi Biz ancak kendi kavminin lisanıyla gönderdik. (İbrahim Sûresi, 14:4))cümlesi makam-ı cifrîsiyle ve baştaki âyetin işaretleri karinesiyle, risalet ve nübüvvetin her asırda veraset noktasında naipleri, vekilleri bulunmak kaidesiyle, bir mânâ-yı remzî cihetinde, vazife-i ırsiyeti yapan Risâle-i Nur’u efradı içine hususî bir iltifatla dahil edip lisan-ı Kur’ân olan Arabî olmayarak Türkçe olmasını takdir ediyor.(Birinci Şua)”

Demek ki bu bahisteki “Hak dini onlara açıklasın diye, her peygamberi Biz ancak kendi kavminin lisanıyla gönderdik. (İbrahim Sûresi, 14:4) ” ayeti “Risâle-i Nûrun, lisân-ı Kur’ân olan Arabî olmayarak Türkçe olmasını takdir ediyor. ” O halde Kur’ân’ın hem takdirine hem de işaretine haiz bir eserin cildini soymamak gerekir ki akıllar, kalbler, ruhlar ve latife-i Rabbaniyeler halis olarak te’sir-i azimizi o eserlerden alsınlar.

Madem Risâle-i Nurlar anlaşılmıyor diye sadeleştirmeye çalışıyorla. O halde Üstâd’la da tenâkuza düşülüyor. Çünkü Üstâd defaatle âmî ve ümmî olanların dahi anladığından bahsediyor.

Mesela;”Bütün bu risâlelerde bütün derin hakâik, temsilât vasıtasıyla, en âmî ve ümmî olanlara kadar ders veriliyor. (Yirmi Sekizinci Mektup)” Burayı nereye koyacağız?

Bakınız Barla Lahika’sında ümmî bir talebesi için Üstâd ne diyor: “Ümmî, fakat allâmelerin işini gören ve esrâr-ı Kur’âniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebep olan, âhiret kardeşim Âdilcevazlı Bekir Ağanın Sözler hakkındaki ihtisâsâtıdır.(Barla Lâhikası, s:45)”

Yine ümmî ve çocukların Risâle-i Nur’dan istifadelerini gösteren o kadar delil var ki! Bir tanesi şıudur:

“Bu mübarek ümmî ihtiyarların kırk sene sonra Risale-i Nur hatırı için her işe tercihan yazıya başlamaları ve mâsum çocukların, Risale-i Nur’dan ders aldıkları ve yazdıkları risalelerin bir kısmıdır. Onların bu zamanda bu ciddî çalışmaları gösteriyor ki, Risale-i Nur’da öyle mânevî zevk ve cazibader bir nur var ki, mekteplerde çocukları okumaya şevkle sevk etmek için icat ettikleri her nevi eğlence ve teşviklere galebe edecek bir lezzet, bir sürur, bir şevk Risale-i Nur veriyor ki, çocuklar ve ümmî ihtiyarlar böyle hareket ediyorlar.

Hem bu hal gösteriyor ki, Risale-i Nur kökleşiyor. İnşaallah, onu hiçbir şey koparamayacak, ensal-i âtiyede de devam edip gidecek.

Aynen bu mâsum küçük şakirtler gibi, Risale-i Nur’un cazibedar dairesine giren bu ümmî ihtiyarların, kısmen çobanların ve yörük ve efelerin bu zamanda, bu acip şerait içinde herşeye tercihan Risale-i Nur’a bu surette çalışmaları gösteriyor ki, bu zamanda Risale-i Nur’a ekmekten ziyade ihtiyaç var ki, çiftçiler, çobanlar, yörük efeler, hâcât-ı zaruriyeden ziyade bir hâcât-ı zaruriyeyi, Risale-i Nur’un hakaikini görüyorlar. (Kastamonıu Lâhikası – Mektup No: 83 )”

Bâkî ÇİMİÇ

[email protected]

“Risâle-i Nûr’un Lisânı” için 1 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir