Önemli gördüğümüz ve mûterizlerce çokça i’tirâz edilen birkaç konuya cevap olabilecek noktalara açıklık getirmek istiyoruz.
İ’tirâz edilen en önemli noktalar şunlardır. “İslâmda çok evlilik vardır. Peygamberimiz (asm) çok evlenmiş ve Hz. Zeyd’in boşadığı eşi Hz. Zeyneb ile evlenmiştir. Hz. Aişe(ra) ile küçük yaşta evlenmiştir.” v.s. gibi konularda hem i’tirâz hem de çok ağır ithâmlar yapılmaktadır. Hatta peygamber Efendimiz(asm)’in evliliklerini nefsânî ve şehevânî göstermeye çalışarak bir nev’î O(asm)’nun ismetine hakâret edilmeye kadar gidilmektedir. Bu yazımızda ismen kimseyi hedef almadan sadece okuduklarımızı ve inandıklarımızı hak ve hakîkate hürmeten yazacağız.
Şerîatın Ahkâmı ikidir
Evvela şunu belirtelim ki şerîatın hükümleri ve tatbîkatı iki kısımdır:
Birisi: Şerîatın hükümleri hakîkî güzellik ve hayrın tâ kendisi olarak zaman, zemin, şartlar ve insanların tabîatına (yaratılışına) müsâit ise, doğrudan o zeminde tatbîk edilir. Çünkü insanların seviyesi, hayat şartları ve hâlleri bu hükümlerin tatbîkine müsâittir. İşte bu noktada Kur’ân ayetleri ve hükümleri hüsn-ü hakîkî ve hayr-ı mahz olarak hayata tatbîk edilir.
İkincisi: Hükümler muadildir (düzenleyen, değiştirendir). Yani, gâyet vahşî ve gaddâr bir sûretten çıkarıp, ehven-i şer (az şer), düzenleyen ve insanların tabîatına ve yaratılışına tatbîki mümkün ve tamâmen hüsn-ü hakîkîye geçebilmek için zaman ve zeminden alınmış bir sûrete çevirerek tatbîkatı yapmaktır. Çünkü birden tabiat-ı beşerde umûmen hükümferma olan bir emri ve davranışı anî olarak kaldırmak, insanların hâlini ve tabîatını bir anda değiştirmeyi gerektirir. Bu ise mümkün değildir. Binaenaleyh, Kur’ân hükümleri esâreti va’z ediyor değildir; belki en vahşî ve gaddâr sûretten çıkarıp böyle tamâmen hürriyete yol açacak ve geçebilecek sûrete indirmiş, düzenlemiş ve tatbîkatı mümkün hâle getirmiş ve tâ’dil etmiştir.
Demek oluyor ki şerîatın hükümlerini hayata tatbîk ederken iki tarz ve yol vardır. Birisi bütün şartlar ve zaman müsâittir ve tatbîkatta beşerin zorlanacağı durumlar yoktur. İnsanlar kolayca o hükümleri yaşayabilir bir kâbiliyet ve olgunluktadır. Böylece hakîkî güzellik ve hayır olan hükm-ü Kur’ân tatbîk edilir ve yaşanır.
Eğer insanların şerîatın hükümlerini yaşamalarına mâni’ler var ise bu durumda zaman, zemin, şartlar ve insanların fıtratlarının gereği olan tabîatlarının müsâit olması zamanı beklenir ve hükümler ondan sonra tatbîk edilir.
Birinci yol azîmet iken, ikinci yol ruhsâttır. Birinci yol hakîkî hayır iken, ikinci yol ehven-i şerdir. Ehven-i şer ise hakîkî hayra gidecek olan yolda kullanılan adalet-i izâfî dediğimiz bir metottur. Hakîkî hayrı tatbîk edecek duruma gelindiği anda ehven-i şer terk edilir, hakîkî güzellik ve hayır olan birinci yol tatbîkata geçirilir.
İslâmda Çok Evlilik
Şimdi hâl böyleyken dörde kadar evlilik tabîata, fıtrata, akla, hikmete uygun olmakla berâber; Kur’ân bir taneden dörde çıkarmamış, belki sekiz-dokuzdan hatta dahâ fazla sayıdan dörde indirmiştir. Çünkü İslâmiyet’ten önce çok evlilik zaten bir âdet ve vazgeçilmez bir tatbîkat idi. Aşiretler ve kabîleler daha güçlü ve çok görünmek için sayıları ile iftihâr ediyor; çoğalmayı bir güç gösterisi, savaşlarında ve savunmalarında kuvvet olarak görüyorlardı. Bu nedenle de çok kötü hâller ve yaşayışlar söz konusuydu. Kadının ve kız çocuklarının hiçbir değeri yoktu hatta diri diri gömüldükleri vâki’ydi. Çünkü erkek çocuk hem güç, hem de kabîlenin soyunun devamı için makbûl sayılıyor, kızlar istenmiyor ve çok kötü muamelelere ma’rûz bırakılıyordu. Konu için asr-ı saadet öncesi toplum hayatı ile ilgili yazılar ve kitaplar okunabilir. İşte bu gibi vahşî, gaddâr ve inatçı bir kavmin ve insanların yaşadığı bir dönemde İslâmiyet geldi ve bu vahşî hâli düzenleyerek hakîkî güzelliğe ve hayra insanlığı çok kısa bir sürede kavuşturdu. Bunu yaparken de beşerin fıtratına ve tabîatına uygun bir metod kullandı. Bu dönemi ve şartları atlayarak meselelere bakmak sanırım hem isâbetli olmayacak, hem de hakperestçe davranılamayacaktır.
İsâmiyet özellikle çok evliliğe öyle şartlar koymuştur ki, adaletli davranmak ve zarûretler bu şartların en önemli hükümleridir. Bazı noktada şer olsa da ehven-i şerdir. Ehven-i şer ise bir adalet-i izâfiyedir. Yani adalet-i mahza denilen hakîkî adaletin tatbîkatının mümkün olmadı durumlarda tatbîk edilir. Heyhât! Âlemin her hâlinde hakîkî hayır olamaz hükmü de bir hakîkattir. Adaletle hükmetme ile ilgili ayet şöyledir:” Eğer yetim (kız)lar konusunda adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, bu durumda, (onlarla değil) size helal olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın. Şayet adaleti sağlayamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir (eş) ya da sağ ellerinizin malik olduğu (cariye) ile (yetinin). Bu sapmamanıza daha yakındır.[1]” Adaletli davranma konusunda Hz. Peygamber(asm) buyurur ki: “Bir erkeğin nikâhında iki kadın bulunur da aralarında adaleti gözetmezse kıyamet gününe bir tarafı düşük, felçli olarak gelir.[2]” İşte bu ihtârlardan ehl-i îmân titremeli ve adaletli davranamayacağı işlere kalkışmamalıdır.
Kur’ân Niçin Dört Evliliğe Ruhsat Verdi?
Şimdi de Kur’an’ın niçin dörde kadar evliliğe ruhsât verdiğini inceleyenlim. Dikkat edilirse ruhsât diyoruz. Çünkü Kur’ân zarûret durumlarında ve adaletle davranma şartlarında ruhsât vermiştir. Azîmet ise Kur’ân’ın tavsiyesi ise tek eşliliktir.
Evet, eğer evlenmedeki hikmet, yalnız şehvet duygusu olsa, çok evlilik aksine olmalı. Hâlbuki, -hattâ bütün hayvanların şahitliğiyle ve döllenen çiçek ve bitkilerin tasdîkiyle sabittir ki-, evlenmenin hikmeti ve gâyesi, nesildir, neslin devamı ve çoğalmasıdır. Şehvet hissi ve lezzeti ise, o vazîfeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir küçük ücrettir. O küçük ücret olmasa nesil devam edemeyecek ve insandan beklenen netice de zâyi’ olacaktı. Çünkü bütün kâinat insan için hazırlanmış ve ondan çok büyük neticeler ve vazîfeler beklenmektedir. Mâdem hikmeten, hakîkaten, evlilik nesil içindir, insan nev’inin bekâsı ve devamı içindir. Elbette, bir senede yalnız bir defa doğuma kabîl ve ayın yalnız yarısında hâmile olması mümkün olan ve elli senede doğurma özelliği düşen bir kadın, neslin devamı için erkekle kıyaslanamaz.
Kur’ân’ın hükmü insanların bu fıtrî hâlini haber vermekte ve o şartlara göre hükmünü icrâ’ etmektedir. Meselâ bir erkeğin nesli devam etmedi ve eşinden evladı olmadı, eşi de elli yaşını geçince kadınlık hâlinden ve doğurma kabiliyetinden düştü. Bu durumda neslinin devamını isteyen erkeğe adaletli davranmak ve mağdûr etmemek şartıyla gayr-ı meşrû’ yollara girmemesi için Kur’ân ruhsât veriyor. Neslin devamı için eşinin rızâsını da alarak adaletli davranmayı göze alıp zulme girmeyeceğine güvenebiliyorsa bu ruhsâtı kullanabilir ve neslin devamını sağlayabilir. Yoksa nefsî ve sadece dünyevî arzular ve şehvet tatmini için olsa bu o ruhsâttan istifâde etmeye sebeb değildir. Kur’ân’ın, esâsında çok ağır şartlar koyarak verdiği ruhsâtı ithâm edenler haydi bu duruma çare bulsunlar. Bulamamışlar ve medeniyet adı altında pek çok umûmî yerleri kabûl etmeye mecbûr kalmışlar.
Peygamber Efendimiz(asm) Evlilikleri ve hikmetleri
Şimdi gelelim çokça bahâne edilen ve ağır ithâmlarla yüce ve yüksek, nâmûs ve şerefe sahip olan Efendimiz(asm)’e yapılan pest saldırılara ve iftiralara. Böyle yüce bir şeref ve ahlâk sahibi bir Zata ki O(asm)’nun ahlâkına ve sadâkatine ve doğruluğuna düşmanları bile şahittir ve O(asm), müşriklerin dahi tasdikiyle Muhammed’ül Emin’dir. Öyleyse pest ve çirkin şüphelerin eli O(asm)’na yetişemez.
Evet, on beş yaşından tâ kırk yaşına kadar, harâret-i garîziye denilen duygularının ve şehvetinin en kuvvetli olduğu zamanın coşma ve kaynama dönemlerinde, nefsî heves ve arzularının alevlenmesi ve tutuşma yaş aralığında, dost ve düşmanının ittifakıyla iffetini mükemmel bir şekilde muhâfaza ettiği ve İsmet sıfatının tamamını muhâfaza etmesi ile Hz. Hatice(ra) gibi (Evlendiklerinde Hz. Hatice 40, Efendimiz (asm) 25 yaşlarında idi.) ihtiyarca bir tek kadınla iktifâ’ eden, yetinen ve kanâat eden bir Zat’ın, kırktan sonra (Çünkü çok evliliği elli yaşından sonradır.) yani nefsânî arzularının ve duygularının harâret ve galeyânının duraklamaya ve gerilemeye başladığı yaşlarda, şehvet arzusunun sükûneti ve azalmaya başladığı bir dönemden sonra evlenmesi, çok evlilik yapması açıkça şunu gösteriyor ki, O(asm)’nun evlilikleri nefsânî olmadığı ve başka ehemmiyetli ve önemli hikmetlere dayandığı hakîkati, her insaf ehlini kabûle ve vicdani sorumluluğa götürmesi gereken bir husûstur.
Eğer Peygamber Efendimiz(asm) nefsî ve şehvet duyguları için evlilik yapmış olsaydı bu evliliği hem de kendisine Mekke’nin en güzel kızlarının teklif edildiği dönemde yapar, duygularının ve gençliğinin en dinamik dönemi olan 15 ile 40 yaş arasında yapması gerekirdi. O(asm), bu dönemde hem de kendisinden 15 yaş büyük olan dul bir kadınla evlenmiş, yetinmiş ve çok evliliklerini 50 yaşlarına yakın yapmıştır. Bu da gösteriyor ki Peygamber Efendimiz(asm)’in evlilikleri nefsânî ve şehvet arzusu için değil, daha başka çok ehemmiyetli hikmetler ve vazîfeler içindir. Öyleyse 25 yaşına kadar, gençliğinin en heyecanlı çağında kavmi içinde bekâr yaşamış ve hiçbir kadınla ilişkiye girmemiş, iffet sahibi olduğu, dost ve düşmanın ittifakıyla sabit olmuştur. Oysa içinde bulunduğu toplum, çok kadınla münasebeti normal addediyordu; buna rağmen O, gerek 25 yaşına kadar ve gerekse daha sonraki hayatında pek çok hem de bakire kızla hayatını birleştirebilirdi. Ancak o, böyle yapmayıp kendisinden 15 yaş büyük, 40 yaşında dul bir kadınla evlenmiştir. Hem de bu evliliği eşi vefat edene kadar tam 25 yıl sürmüştür. Yani elli yaşına kadar tek ve dul bir hanımla yetinmiştir.
İkinci evliliği ise Hz. Hatice’nin vefatından sonra yine yaşlı ve dul bir kadın olan Hz. Sevde ile olmuştur. Hz. Sevde ile de ancak üç yıl yaşadıktan sonra, yaklaşık 54 yaşına kadar hep tek kadınla yaşamıştır. Peygamber Efendimiz(asm)’in çok evliliği hayatının bundan sonraki son on yılı içinde gerçekleşmiştir. Bu gerçekler karşısında evliliklerinde şehvânî ve nefsânî arzuların tatmin gâyesini aramak insan tabiatını ve tarîhî gerçekleri inkâr etmekle mümkündür. Ve bu yaklaşım asla insaflı ve mantıklı bir yaklaşım da değildir. Öyleyse kasıtlı bir karalama maksadı ile izâh edilebilir.
Hayatının son yıllarına rastlayan evliliklerinde yukarda zikredilen evliliğin dayandığı her iki gayenin, Neslin çoğalması ve nefsanî arzuların tatmininin bulunmadığını görürüz. Zira nesli, ilk eşi Hz. Hatice’den devam etmiştir. Daha sonraki evliliklerinde çocuğu olmamıştır. Sadece Mısır’lı Mariye’den İbrahim dünyaya gelmişse de bir buçuk yaşında o da vefat etmiştir.
Görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz(asm)’in evliliklerin ana gâyesi olan neslin çoğalması, tarîhî bir gerçek olarak Hz. Hatice’nin dışındaki evliliklerinde yoktur.
Peygamber Efendimiz(asm)’in çok kadınla evliliğinde gerek fıtrat ve gerekse tarîhî hakîkatler açısından bu gâyenin aranamayacağını gördük. Zirâ’ bir insanın nefsânî ve şehevânî arzularının en ateşli ve uyanık bulunduğu şüphesiz 15-45 yaş dönemidir. Şayet Peygamber Efendimiz(asm), bu dönemde birçok güzel kadınla evlenmiş, sonradan onları terkedip daha başka genç güzel kadınlar almış olsaydı, şehvânî hisleri tatmin yolunda ileri sürülen iddialar bir dereceye kadar haklılık kazanmış olurdu. Oysa o böyle yapmamış, tam tersine hayatının son on yılı içinde (53-63) aralarında Ümmü Seleme gibi yaşça ilerlemiş, ve birçok çocuğu olanlar da dahil, aldığı hanımları ileri yaşlarda ve dul olarak almıştır. Meselâ, Hz. Sevde 53 yaşında ve dul. Hz. Zeyneb binti Huzeyme 5O yaşında ve dul. Ümmü Seleme 4 çocuklu ve 65 yaşında bir dul. Ümmü Habibe dul ve 55 yaşında, Meymune 2 çocuklu ve dul.[3]
Çok evliliğin hikmetleri
Çok evliliğin hikmetlerinden bir tanesi de şudur ki; Peygamber Efendimiz(asm)’in Risâlet ve nübüvvet (peygamberlik) vazîfesinde sözleri gibi, fiilleri, hâlleri, tavırları, hareketleri ve davranışları dahi dinin kaynağı durumundadır. Çünkü O(asm) hevâ ve hevesinden konuşmaz. “O (Muhammed aleyhisselâm) boş şey söylemez. Yalnız vahyedileni söyler.[4]” Öyleyse O(asm)’nun bütün hâlleri dinin tatbîkatı ve hükümleri konumundadır.
Peygamber Efendimiz(asm)’in dışarıdaki görünür hâllerine ve yaşayışına sahabeler şahit oldular ve o bilgileri ümmete taşıdılar. Ancak husûsi hâlleri ve hane dairesindeki mahrem yaşayışı ve gizli hâllerine sahabeler muttali’ olamadılar. Öyleyse Peygamber Efendimiz(asm)’in hanesinde aile yaşayışı ve hâllerinden tezâhür eden dinin sırları ve hükümlerinin ümmete taşınması vazîfesi ve taşıyıcıları ve de râvîleri Peygamber Efendimiz(asm)’in tertemiz ve mübârek hanımları olan Ezvâc-ı tâhirât olmuştur. Fiili olarak ümmetin aile hayatı ve mahremiyeti ile ilgili Kur’ân ve sünnetin hüküm ve yaşayışlarını Peygamber Efendimiz(asm)’in hanımları ifâ’ etmişler ve dinin hemen hemen yarısı, belki de onlardan geliyor. Demek bu vazîfeye, birçok meşrep, fıtrat ve kabiliyetçe farklı ve muhtelif tertemiz hanımlar lazımdır ki ümmetin Kur’ân hükümlerini aktarsınlar ve hiçbir gizli sır kalmasın. Çünkü Hz. İsa(as), İncil’i kendi hayatına tam olarak tatbîk edemeden semâya urûc etti ve İsa’nın dininin teferruatını O’nun havârîleri kendi anladıkları ile tatbîk etmeye çalıştılar. Böylece ortaya dört, hatta daha fazla İncil çıktı. Peygamber Efendimiz(asm) ise Kur’ân’ın bütün sırlarını ve gizli noktalarını bile bizzat kendisi tatbîk etti ve yaşadı, görünür kısmını sahabeler ümmete taşırken, görünmeyen mahremiyetini ise temiz ve pak eşleri aktardılar. Sizler de takdir edersiniz ki bir haber bir kişiden mi gelse ve haber verilese daha kuvvetli ve sıhhatlidir, yoksa dört yâda daha fazla kişiden mi gelse daha sıhhati ve kuvvetlidir. Elbette ki birden çok kaynaktan gelen haberler daha kuvvetli ve sıhhatlidir. İşte Peygamber Efendimiz(asm)’in çok evliliğinin altında yatan hikmetlerden bir tanesi de budur. Aynı haberi farklı mizaç ve kabiliyette dört kişi de tasdik ediyor ve doğrudur diyor, ümmete bu şekilde daha kuvetli ve sağlam delillerle Kur’ân hükümleri Peygamber Efendimiz(asm)’in yaşayışı ve tatbîkatı olarak aktarılıyor.
Hz. Aişe(ra)’nin yaşı ile evliliği
Hem Peygamber Efendimiz(asm)’e eş olan insanlar öyle basit bir kabiliyette ve özellikte değillerdi. Çok zeki ve yüksek seciyelere sahiptiler. Yani peygamber hanımı olmaya lâyık insanlardı. Bu noktada Hz. Aişe (ra) için şunları söyleyebiliriz: Peygamber Efendimiz(asm)’in bâkire olarak evlendiği ilk ve tek kadındır. Hz. Aişe çok zeki bir yaratılışta ve benzersiz bir mizâcta ender bir kabiliyette bulunuyordu. Nübüvvet ve peygamberlik dâvâsına tam vâris olabilecek fıtrata sahipti. Evlendikten sonraki hayatı ve daha sonraki hizmetleri de göstermiştir ki, O makâmı, rütbesi, derecesi yüksek insan, ancak Nebî eşi olabilirdi. Zirâ’ O, yerine göre hem en büyük hadisçi, hem en mükemmel tefsîrci ve hem de en seçkin bir fıkıhçı olarak kendini gösteriyor, her yönüyle Peygamber Efendimiz(asm)’i temsil etmeye çalışıyordu.
Burada Hz. Aişe(ra)’nin yaşı ile ilgili de kısa bir açıklama yapmaya çalışalım. Yaptığımız araştırma sonucunda şu gelen bilgilere ulaşmış bulunuyoruz.
“Hz. Muhammed henüz Mekke de iken ve bende oynayan bir çocuk iken: “Onların vadeleri kıyamettir. Kıyamet ne dehşetli ve ne acıdır![5]” mealindeki ayet inmişti…(Buhari 1.cilt Telifil Kur’an bahsi) ” Bu sure Mekke devrinin birinci döneminde(4. yıl) inmiştir. Hz.Aişe validemiz bu sure ve ayetleri net olarak hatırladığına göre, olayları ayrıntılarıyla hatırlayabilmek ve sokakta oynayan bir çocuk olması için en az beş veya altı yaşında (veya daha büyük) olması gerekir. Kamer suresi Mekke devrinin dördüncü yılında indiğine göre dördüncü yılda beş-altı yaşında olması gerekmektedir. Ayrıca Kız kardeşi Esma; Kardeşi Esma Abdullah bin Zübeyir’in annesidir. Esma yüz yaşına kadar yaşamış ve Hicretin 73. yılında vefat etmiştir. Hz. Aişe validemizden on yaş daha büyüktür. Hz. Ebu Bekir (r.a) kızı Esma ve oğlu Abdullah Abdul Uzza’nın kızı Kayleden,Hz. Aişe ile Abdurrahman ise Ümm-i Rümandan doğmuşlardır. Hz. Esma yüz yaşında ve hicri 73. yılda öldüğüne göre hicret esnasında 27 yaşında olması gerekir. Bundan on yaş küçük olan kardeşi Hz. Aişe validemizin de 17 yaşında olması gerekir ki bu da aşağı yukarı Buhari de Hz. Aişe’nin kendi hadisindeki ifadeye uygun düşmektedir. Rasûl-i Ekrem, Hicretin ilk senesi Hazreti Âişe ile evlendi. Hz. Aişe validemiz peygamberimizle dokuz yıl beraber yaşamıştır.
Hz. Peygamberin evliliği, vahyin başlangıcından 10 yıl sonradır. Hz. Ayşe vahiy başlangıcından beş altı yıl önce doğmuştur. Dolayısıyla Hz. Ayşe’nin peygamberimizle evlendiği yaşın 17-18 olduğu ortaya çıkar. Bu konu, daha detaylı bir şekilde Mevlana Şibli’ nin “Asr-ı saadet” kitabında geçer.[6] Ayrıca bakınız: (Hatemü’l enbiya Hz. Muhammed ve hayatı, Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, s. 210)
Mişkât sahibi der ki: Hazreti Âişe’nin hemşiresi Esma, Hicret esnasında 27 yaşında idi. Aişe’den on yaş büyüktü. Hazreti Aişe de, Esmadan on yaş küçük olduğuna göre, Hicrette onyedi yaşındaydı.[7] Rasül-i Ekremle evlendiği zaman, 18 yaşında bulunuyordu. Hazreti Âişe’nin altı yaşında nişanlandığı, dokuz yaşında nikâhlandığı hakkındaki rivayetler doğru değildir, tarihî hakikitlere aykırıdır. Hz. Aişe’nin ablası Esma, ondan yaklaşık 10 yaş büyüktü. Hz. Aişe evlendiğinde Hz. Esma’nın yaklaşık 30 yaşında olduğu rivayet ediliyor. Buradan Hz. Aişe’nin evlendiğinde 18-20 yaşlarında olduğu sonucuna varılmaktadır.[8]
Hz. Zeyd(ra) ve Hz. Zeyneb(ra)
Son olarak Hz. Zeyd(ra) ve eşi Hz. Zeyneb’e de değinelim. Çünkü bu noktada da çok i’tirâzlar var. Hz. Zeyd (ra) için peygamberimizin “oğlum” dediği nakledilir. Hz. Zeyd(ra), Hz. Zeyneb’i sahîh haberlere ve i’tirafına göre, izzetli hanımını kendisine mânen denk bulmadığı için boşamıştır. Yani, Hz. Zeyneb, başka yüksek bir ahlâkta yaratılmış, Zeyd ferâsetiyle bunu hissetmiştir. Ve kendisini ona eş olacak fıtratta, kendine denk bulmadığından, mânevi uyumsuzluğa sebebiyet verdiği için boşamıştır. Allah’ın emriyle Resûl-i Ekrem(asm) almış. Yani “Biz onu sana nikâhladık.[9]” işaretiyle, o nikâh bir semâvî akit ve kaderin bir hükmü olduğu anlaşılmış, Resûl-i Ekrem(asm) o hükm-ü kadere boyun eğmiş, mecbûr olmuştur, nefis arzusu ile değildir. Çünkü Hz. Zeyneb’in kabiliyeti ve yüksek ahlâkı peygamber hanımı seciye ve şerefinde olduğu için daha önce de anlatmaya çalıştığımız Peygamberimiz (asm)’in gizli olan mahremiyetinin ümmete aktarılmasında vazîfe yapmış ve o vazîfenin şecâati için böyle bir nikâhı Allah emretmiştir.
Peygamber Efendimiz(asm)’in Hz. Zeyd‘e “oğlum” demesi Nübüvvet ve Risâlet hesâbıyladır. Yani makâm noktasındadır. Peygamber, İlâhi rahmet ve merhamet hesâbıyla ümmetine şefkat eder, peder gibi muamele eder. Risâlet ve peygamberlik nâmına ümmeti onun evlâdı gibidir. Fakat şahsiyeti ve insâniyeti i’tibârıyla pederleri değildir ki, onlardan eş alması uygun düşmesin. Ve ümmetinden birine “oğlum” dese, Kur’ân hükümleri i’tibârıyla siz onun evlâdı olamazsınız. İşte bu sır içindir ki “Muhammed, erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; o Allah’ın Resûlüdür ve peygamberlerin sonuncusudur.[10]” ayeti inmiştir.
Bir üniversite hocası talebelerine hocalık makâmı ile kızım ve ya oğlum dese nesebî kızım ve oğlum mânâsı çıkmaz. Ona mesleği ve konumu i’tibârıyla kızım ve oğlum der, ancak bu hitap onlarla nikâha engel olmaz.
Abdülbaki âkî ÇİMİÇ
Dipnotlar:
———————–
[1] Nisa Sûresi:4:3
[2] Mişkâtü’l-mesabih, c.2 s/196
[3] Sorularlaislamiyet.com
[4] Necm Sûresi:3
[5] Kamer Sûresi: 46
[6] İst. 1928. 2/ 997
[7] Asrı Scâdet, C: 2, S: 1010
[8] http://www.islamustundur.com/konular/annelerimiz.html
[9] Ahzâb Sûresi:33:37
[10] Ahzâb Sûresi:33:40