İnsanlık Kur’ân’ın bütün asırları kuşatan adalet ve hakkaniyet düstûrlarına muhtaçtır. Ancak bu düstûrlara uyarak insanlık sulh-u umûmîyi yaşayabilir.
Beşerin kânunlarının dayanak noktası Kur’ân’dan olmalıdır. Yoksa sefih medeniyet insanlığı nefs-i emmâresi altında ezecek ve keşmekeşlik devam edecek demektir. Kur’ân umûmun selâmeti namına adaletini ve had cezalarını tayin etmiştir. Buna razı olmayanlar beşerî Kânunlarla insanlığı bu kadar idare edebilir. Sonunda aciz kalır ve fıtrata er veya geç dönmeye mecbûr olur. Eğer dönmez ise işte insanlığın felâketine giden yol da hızlanmış olur.
“Beşerin âsâr(eser) ve kânunları, beşer gibi ihtiyar oluyor, değişiyor, tebdil ediliyor. Fakat Kur’ân’ın hükümleri ve kânunları o kadar sabit ve rasihtir (üstündür) ki, asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor. Evet, en ziyade ken…dine güvenen ve Kur’ân’ın sözlerine karşı kulağını kapayan şu asr-ı hazır(hazır asır) ve şu asrın ehl-i kitap insanları, Kur’ân’ın “Yâ ehle’l-kitab, yâ ehle’l-kitab!” hitab-ı mürşidânesine o kadar muhtaçtır ki, güya o hitap doğrudan doğruya şu asra müteveccihtir ve “Yâ ehle’l-kitab” lâfzı, “Yâ ehle’l-mekteb” mânâsını dahi tazammun eder; “Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze gelin.( Âl-i İmrân Sûresi, 3:64.)”sayhasını(sesini) âlemin aktârına savuruyor.(Yirmi Beşinci Söz)