Risâle-i Nûrların me’hazı Kur’ân’dır. Risâle-i Nûrlar bu Anadolu’ya kök salmıştır. Hiç bir güç ve kuvvet Risâle-i Nûrları Anadolu’nun sinesinden söküp atamayacaktır. Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri “Saîd yok, Saîd’in ehliyeti de yok; Konuşan yalnız hakîkat-i Kur’âniyedir.” der. Kimin haddi var ki, o Kudsiye-i Kur’âniyenin mucîze-i mânevîyesine dokunsun ve zarar versin. Lütfen akıllarını başlarına alsınlar. Çünkü Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri “Risâle-i Nûr’a ve şakirdlerine ilişenler, maskara olurlar.[Lem’alar,2005,s:568]”demektedir.“Bize ilişenler âhirette şiddetli tokatlar yiyecekleri gibi, dünyada dahi bir kısmı çabuk çarpılır.[Emirdağ Lâhikası(1),2006,s:494]” da demiştir. Bu ihtârlar ve îkazlar ciddî uyarılardır. Allah için yazıyor ve uyarıyoruz. Bu yapılan yanlıştır ve Risâle-i Nûrların cildiniş soymaktır. Me’hazın kudsiyetinden Kur’ânî kelamları ve kavramları koparmaktır.
Risâle-i Nûrların te’sîri Kur’ân’dan mülhem oluşu ve Kur’ân’ın feyzinden in’ikâs etmesidir. Sadeleştirme o te’sîri kırmaktadır. Cemaat rûhunu ve şahs-ı mânevîyi de kırmaktadır. Risâle-i Nûrları sıradanlaştırmaktır ve tefekkür derinliğine vurulan çok büyük bir darbedir. Hem başka başka isti’dâd ve kabiliyetlerin önünü kesmek, tefekkür okyanuslarına dalmak isteyen Genç Saîd’lerin o okyanuslarda kulaç atmasına engel olmaktır. İnsanın akıl, kalb, rûh ve saîr latifelerinin hisselerini ve gıdalarına vurulan şiddetli bir darbedir.
Genç bir Saîd niçin sıradan hem de ehliyetli olmayan birilerinin me’hazı Kur’ânî olan kavram ve kelimeler yerine sokuşturduğu kelimeleri okumak zorunda bırakılsın?
İhlâs Risâlesinde “Kardeşlerimizin aklı ile düşünmek, gözü ile bakmak, kulağı ile işitmek” noktasında fıtrî tefekkür pencerelerini kapamaya kimin hakkı olabilir ki!
Önemli bir nokta da şudur. On Birinci Lem’a olan Sünnet-i Seniyye Risâlesi’nde şöyle bir mes’ele vardır:” Doğrudan doğruya Sünnete ittibâ etmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı hatıra getiriyor. O ihtardan, o hâtıra, bir huzur-u İlâhi hâtırasına inkilâp eder. Hattâ en küçük bir muamelede, hattâ yemek, içmek ve yatmak âdâbında Sünnet-i Seniyyeyi mürâât ettiği dakikada, o âdi muamele ve o fıtrî amel, sevaplı bir ibadet ve şer’î bir hareket oluyor. Çünkü o âdi hareketiyle Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ittibâını düşünüyor ve şeriatın bir edebi olduğunu tasavvur eder. Ve şeriat sahibi o olduğu hatırına gelir. Ve ondan, Şâri-i Hakikî olan Cenâb-ı Hakka kalbi müteveccih olur. Bir nevi huzur ve ibadet kazanır.( On Birinci Lem’a)” İşte bu açıdan bir değerlendirme yapacak olursak şu neticeye ulaşabiliriz.
Risâle-i Nûr’lar Kur’ân’ın malıdır ve me’hazı Kur’ân’dır. Risâle-i Nûr’ların kelime ve kavramları direk bizi Kur’ân’a bağlamakta, şeffaf bir ayna ve cam hükmünde Kur’ân’ı göstermektedir. Meselâ; Risâle-i Nûr’da şems-i ezelî kavramını düşünelim. Hem şems hem de ezel kavramları direk Kur’ân’da geçen kelimelerdir. Bizler bu kavramı “devamlı güneş” şekline sokarak sadeleştirdiğimizde işlediğimiz cinayetin azametini düşünelim.
Öyleyse Risâle-i Nûr’lar bizi en kestirme yoldan Kur’ân’a ve Oradan da Kelâm-ı Ezeli’ye bağlıyor. Böylece ondan, Şâri-i Hakikî olan Cenâb-ı Hakka kalbi müteveccih yapıyor. Bir nevi huzur ve ibadet kazandırıyor. İşte sadeleştirme bu sırra engel oluyor. Demek ki sadeleştirme mes’elesi GDO’lu bir üretimdir.
Bâkî ÇİMİÇ